İSMET ÖZEL YAZILARI -9-
M’EL – ANGE / 1 VE M’EL – ANGE /2
1. İSTESEM DE TARD EDEBİLİR MİYDİM MELEKLERİ HAYATIMDAN?
Omzumdan tutarak, pek bilmiş biri, omzumdan tutarak ve çehremi kendinden yana zorla çevirerek konuşuyor: Dünyanın bu çirkefe batmış hali senin ve senin gibilerin yüzündendir. Siz dilinizden inanç sözünü düşürmeyen, yahut ‘inanmıyoruz’ diyenlerin yanında ‘inançlılar’ kaydı altında toplananlar, sizler melekleri hayatınızdan tard etmemiş olsaydınız her şey çok farklı, kuşku yok ki çok daha olumlu cereyan edecekti. Bu hesap soran tavır yoğun bir tedirginlik salıyor üzerime. Gerçekten öyle mi? Ben miyim dünaya uğrayan bunca belânın sebebi? Meleksizleşmek!
Hayır, bu rengin üzerimde iyi durduğunu hiç sanmıyorum... Şimdiye dek benim bütün yaptığım “insan olmak!” “insan olmak!” diye dolanıp durmaktan başka değil belki. Gittiğim en uzak yer, olsa olsa kendini benden gizleyen zerrinlerin peşi sıra daldığım kuytulardı. Ufkumda hangi karaltı belirse o yöne koştuğum; sonra gözüm o yörenin karanlığına alışınca aradığımın oralarda bulunmadığını anlayıp yakındığım; bir denizanasına zerrin bulmak hayaldir diye sayıkladığım doğrudur. Nevrozlarını yokladım, evet, Jules Laforgue’un. Gustav Mahler’in uzun cümleleri arasına sızmış olan korkuyu korkusuzca izledim. Hepsi bu. Ben de nihayet vaktin bir oğluyum. Nasıl olurdu da benim insan olma çırpınışım melekleri kaçıran bir sebep haline dönüşebilirdi? Ürküntüyle, bu haksız suçlamadan kurtulma telâşıyla “nasıl olur” çığlığı fırlatıyorum adama. Bilgiç adamın açıklaması şöyle: Öncelikle meleklerin Adem’e niçin secde ettiğini yanlış anlamak hoşgöründü size. Adem soyundan gelmenin size bir girişim yetkisi sağladığını sandınız. Yaratılışı öğrenme çabası göstermek yerine onu açıklamaya ve açıklamalarınızı kanıtlamaya kalkıştınız, yaratılmış olana buyruk saldınız. Dahası, Şeytan size secde etmedi diye gizlice kıskandınız onu, kendi kaçamaklarınızın sorumluluğunu Şeytan’ın gücüne havale etmeye yeltendiniz. Eğer insan olmak bahanesiyle melekleri hayatınızdan kovmamış olsaydınız bu bulaşıcı kentlerin kokuşmuşluğu, sağırlaşan ırmakların bu ilenci ve iffetini koruyamadığı için kendini iğdiş etmiş bu ormanlar karşınıza çıkmayacaktı. Giysilerinizi kolaylıkla arıtabilirdiniz dünyanın çirkefinden. Yeter!.. Üst perdeden bu bayat teraneyi daha fazla dinleyecek değilim... Usçuluk, olguculuk vesaire... Düşünün, istesem bile tard edebilir miydim acaba ben melekleri hayatımdan? Buna gücüm yetecek miydi? Modern dünya modernliğini doya doya yaşadı. Ama konferanslarda söylendiği gibi değildi hayatta olup biten... Hele bilhassa benim için. Ben ki nice uçurumdan düştüm de melekler tuttu beni. Zehirlendim; zehri dünyaya geri kusturan yine meleklerdi. Ak kâğıt üzerine kara yazı dizerken hep anlardım: yalnızca melekler öğretebilirdi uygun ölçüleri. Bilhassa ben, evet, bilhassa ben meleklerin geniş kıldığı alan içinde seyrettim. Hem de “bahane” diye hafife almaya çalıştıkları o “insan olma” koşuşturmalarım sırasında, iki melek, sağ omzumda ve sol omzumda iki melek kurtardı dünyanın modern kıskacından beni. Sevaplarımı yazıyor o meleklerden biri. Ne zaman iyi bir iş işlemek aklıma düşerse, bir susuzluğu gidermek, bir yarayı dağlamak gibi, nerde pınar diye sormuyor o melek, beklemiyor demirin kızdırılmasını, bir sevap işlendi deyip hemen yazıyor. Sonra, ne zaman ki susuza ulaştırıyorum suyu, ne zaman ki yarayı dağlamak başarısına ulaşıyorum, o zaman bir sevap daha işlendi deyip bir daha yazıyor. Böylece her iyi niyetim bir ödüle dönüşüyor meleğin elinde. Ne var ki sol omzumdaki meleğin tavrı değişik. Bir bozgunculuk düşünürsem yada bir ihanet, bir yıkımı bütün ayrıntılarıyla tasarlamış olsam bile günahlı saymıyor beni. Bekliyor, bekletiyor kalemi ve şunu diyor: Son anda cayar belki. İşte ben bu iki melek arasında hep işin kolayını bularak yaşıyorum. İyi şeyler taşıyorum kafamda, yapmasam bile. Kötü şeyler... Onları kafamdan atmaya çalışmıyorum. Kafamdayken kimseye zararı yok diyorum nasıl olsa. Yapmayıveririm, kurtulurum. Ama kafamda canlanan iyi şeyler yüzünden bedenim bir evlek haline dönüşüyor sürekli olarak: iki melek gökten düşen tohumu o evlekte oyalıyor, eğlendiriyor. Bu yüzden bir insan elinin–elinizin- yakamda duruşu hiç hoş değil. Melekleri konu ederek bile olsa bir insan beni hesaba çekmemeli. Çünkü bakın, siz de Adem soyundan geldiniz benim gibi, sözünü ettiğim iki melek aynı zamanda sizin için. Varın size de bu kâtiplerin yazılarından, yazış tarzından yararlanın. Üstelik-uyarıyorum- beni gözlerinize bakmaya zorlama hakkına hiç sahip değilsiniz. Evet ama, bakacak göz aramak değil midir zaten bizim işimiz?
M’EL – ANGE /2
“İNSAN SÖZ VEREBİLEN HAYVANDIR”. NIETZCHE BU TANIMIYLA MODERN ZAMANLARIN İNSANINA SANKİ ŞEYTAN’IN ADEM’İ KANDIRDIĞI GERKÇEYLE SESLENİYOR. EĞER İNSAN BİR TASARIMDIR DENİLMEK İSTENİYORSA, BUNA BİR İTİRAZIM YOK. AMA İNSAN KENDİ KENDİNİN BİR TASARIMI DEĞİL. YOLDAN ÇIKMA PAHASINA İNSANIN SÖZ VEREBİLDİĞİNİ FARZETSEK BİLE, O SÖZÜNDE DURABİLECEK GÜÇLE DONATILMAMIŞ. SÖZÜNDE DURABİLEN, ÇÜNKÜ SÖZ TUTAN YALNIZCA MELEK.
3. HISIMIM DEĞİL, BU YAKINLIĞI NEYLE AÇIKLAMALI?
Çoğu kez, yağmurları alkış,
alkışları yağmur olarak algılarız.
Birden boşanır bir alan açmak için her ikisi de.
Coşkuyla gelirler,ama beklemedik bir anda değil.
Yağmurdan önce gök kapanır
bir söz,bir hal ve tavır
kendini kapattığı anda patlar alkış.
Bekleriz yağmuru
alkışı bekleriz.
Yinede içimizde bir his: gelmeyebilir
Bilmeyiz yağmurdan ve alkıştan önce başa gelecek olan nedir.
Ya bu ikisi gelmez de; gelirse o bilmediğimiz!..
Yağmur ve alkış insanlara
yalnızca geldikleri için değil
yerlerine başka bir şey gelmediği için iyi gelir.
Her inen yağmur alkışlar birini desek yalan olmaz
söylenebilir alkışında insanlar için
can suyu yerine geçtiği,lakin yine de
bir başka şey var-alkış bağlantısını kuran:
O kanat sesleri hem yağmurun ve hem alkışın
arasından duyulan.
Bütün sesler içinden ayırdedilir
dallara,yollara düşen damlaların tıpırtısından
çarpışan iki elin şakırtısından ayırdedilir
meleklerin kanat hışırtıları.
Ve melekler nedense insanlara
sanki değecekmiş gibi yaklaşır
yağmur ve alkış sırasında.
Anlaşılmaz bu yakınlık
insanla melek arasında
biri balçık, biri nur
biri adları bilir
biri aldığı buyruğu şaşmaksızın
yerine getirir
insan savaşır sonuna kadar
yine de kılıç
meleğin elindedir.
4. YA MELEKLER OLMASAYDI?
Biz insanlar “daha var” diyoruz. Doğrunun hasına, güzelin eksiksizine, haklının şaşmazına dokunmamıza daha var. Böyle diyoruz. Ama bir yandan da, geç kalmayı kendimize yediremediğimiz için; üstelik geç kalışımızın mazeretini-kabul edilmeye değer bile olsa- kendimiz beğenmediğimiz için “vakit yok” diyoruz. İndirgenemezi isteyene kadar var bir şey. Onu henüz istemiyoruz. Kendimize tanıklık etmek için ise kaybedecek vaktimiz yok. Asıl ele geçirmek istediğimize ulaşmadan kendimiz hakkında bir şey söylemek istemiyoruz. Oysa en ufak kıpırdanışımız için bile “ilk ve son” bilgisine muhtacız. Tarih boyunca geçtiğimiz yer küstah olmayan bir kahkahadır. Bir doygunluk şaşırtışı. Dayanma gücünün gizli itirafı. Neden gizli olsun bir itiraf? O bir dayanma gücüyse neden kendinden emin olmasın? Kötümser olabilecek yeterlikte deneyimimiz var. Bundan bir doygunluk sağlıyoruz. Kendimizdeki şaşırma yeteneğini keşfettiğimizde ise iyimserliğin kapısını ardına kadar açıyoruz. Devam edecek kadar dayanma gücümüz olduğunu açıkça itiraf edemiyoruz. Çünkü bunun bir başkaldırıya dönüşmesinden kaygı duyuyoruz. Tetikte olmayı feda etmediğimiz için güvenlikten feragat ediyoruz. İşte bu birbirini tutmaz parçalar arasındaki insicamı sağlayan; varoluşumuzla konumuz arasındaki gerginliği istikrara dönüştüren meleklerdir .Melekler olmasaydı estetik duygumuz bizi sadece cinayete sürükler, bildiklerimiz ise vahşetimizi pekiştirirdi. Bitmiş hali ancak hesap günüde belli olabilecek ve göründüğü kadarıyla tamamlanmamış bir tasarım diye algılayabildiğimiz varlığımız-biz farkında olsak da/ biz farkında olmadıkça- meleklerin desteğinden an be an yararlanıyor.
(DERGÂH/ Sayı: 60)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder