DEMOKRASİNİN OMUZLARI VAR MI?
Bir noktaya dikkatimizi çevirmezsek toplum olarak telafi edilemez bir kayba uğrayacağız. Beklenen demokratik gelişme Türk (giderek Türkleşme) tarihini sıfırlayarak mı nazar-ı itibara alınıyor, yoksa kazancına kendimize mahsus tarih bilincinin pekişmesiyle kavuşacağımız bir gelişmeye mi emek vermekteyiz?
Korkarım birincisi ağır basmaktadır ve günübirlik faydayı feda etmekten çekindiğimiz ölçüde toplum hayatiyetine uzun vadede katkı sağlayacak tutamaklarımızı tehlikeye atıyoruz.
Sir Isaac Newton (1642-1727) "Eğer daha uzağı görebilmişsem" demişti, "bunun sebebi devlerin omuzları üzerinde duruşumdandır." Bir itiraf bu; ama pek çarpıcı bir itirafla karşı karşıya olduğumuz söylenemez. Çünkü insanoğlunun hayatını hayatlar üzerinde kurduğu temel bilgilerimiz arasındadır. Necip Fazıl'ın Kanuni ile Vahdettin karşılaştırmasını hatırlayalım. Şair diyordu ki birincisi büyük görünüyor, zira devletin en yüksek çağında tepede yer almaktadır. Diğeri ise devletin dibe vurduğu bir dönemde bile kendini fark ettirebilecek bir büyüklük sahibidir.
Gittikçe artan bir gerginlikle Türkiye'den özgürlük ve demokrasi talepleri yükseliyor. Ne var ki istenilen özgürlük ve demokrasinin dayanakları ülke insanının geçmişinde aranmıyor. Özgür ve demokrat olmanın ölçüsü de, ölçütü de ithal malı. Birisi "Almanya'da çarşafıma karışmıyorlar, burada da karışmasınlar" diyor.
Öteki "Strasbourg'da alınan karar uyarınca Türk üniversitelerinde başını örtemezsin" diyor. Hem üzerinde durulan hususlardan ve hem de duruş tarzından anlıyoruz ki Türkiye'de insanlar ne kadar kendileri olurlarsa değil, ne kadar başkalaşırlarsa o kadar özgür ve demokrat olduklarına inanacaklar.
"Kendisi olmak" fikrinden uzak durmanın neye mal olduğu ise kimsenin umurunda değil. O kadar ki zaman zaman dillerine doladıkları "acı reçete"nin üzerine yazıldığı kâğıt ithal malı ve yazan el de yabancı. Bir de bunlara siyasi hayatımızı şimdiki duruma sokan vakıaların yorumlanmasında uğradığımız çarpıklığı eklememiz gerekiyor.
Çarpıtmayı gerçekleştiren yabancılar değil; bizzat Türkler. Kısmen de olsa tarihimize ilişkin doğrulara ulaşmak için Türkiye dışında neşredilmiş kitaplara başvurmak zorunda kalışımız bu sebeptendir. Neden gerçekleri çarpıtıyoruz? Çünkü toplumun nihaî selâmetini gözetmek yerine günü kurtarmaya çabalıyor, yetkili ve etkili zevatın ki bunlar ister görünen iktidarın, isterse görünürdeki muhalefetin bir unsuru olsun "fuzulî şağil" konumunda bulunduğunun ortaya çıkmasından korkuyoruz.
Kendimizi daha özgür hissettiğimiz günün aynı zamanda bir haysiyetsizlik karmaşasına kapıldığımız gün olacağı endişesi taşıyorum. Çünkü bugün algılanan biçimiyle özendiğimiz demokrasinin tırmanıp bakmaya heves edersek bize uzağı gösterecek yükseklikte omuzları yok.
Yenişafak
13/11/1999
Korkarım birincisi ağır basmaktadır ve günübirlik faydayı feda etmekten çekindiğimiz ölçüde toplum hayatiyetine uzun vadede katkı sağlayacak tutamaklarımızı tehlikeye atıyoruz.
Sir Isaac Newton (1642-1727) "Eğer daha uzağı görebilmişsem" demişti, "bunun sebebi devlerin omuzları üzerinde duruşumdandır." Bir itiraf bu; ama pek çarpıcı bir itirafla karşı karşıya olduğumuz söylenemez. Çünkü insanoğlunun hayatını hayatlar üzerinde kurduğu temel bilgilerimiz arasındadır. Necip Fazıl'ın Kanuni ile Vahdettin karşılaştırmasını hatırlayalım. Şair diyordu ki birincisi büyük görünüyor, zira devletin en yüksek çağında tepede yer almaktadır. Diğeri ise devletin dibe vurduğu bir dönemde bile kendini fark ettirebilecek bir büyüklük sahibidir.
Gittikçe artan bir gerginlikle Türkiye'den özgürlük ve demokrasi talepleri yükseliyor. Ne var ki istenilen özgürlük ve demokrasinin dayanakları ülke insanının geçmişinde aranmıyor. Özgür ve demokrat olmanın ölçüsü de, ölçütü de ithal malı. Birisi "Almanya'da çarşafıma karışmıyorlar, burada da karışmasınlar" diyor.
Öteki "Strasbourg'da alınan karar uyarınca Türk üniversitelerinde başını örtemezsin" diyor. Hem üzerinde durulan hususlardan ve hem de duruş tarzından anlıyoruz ki Türkiye'de insanlar ne kadar kendileri olurlarsa değil, ne kadar başkalaşırlarsa o kadar özgür ve demokrat olduklarına inanacaklar.
"Kendisi olmak" fikrinden uzak durmanın neye mal olduğu ise kimsenin umurunda değil. O kadar ki zaman zaman dillerine doladıkları "acı reçete"nin üzerine yazıldığı kâğıt ithal malı ve yazan el de yabancı. Bir de bunlara siyasi hayatımızı şimdiki duruma sokan vakıaların yorumlanmasında uğradığımız çarpıklığı eklememiz gerekiyor.
Çarpıtmayı gerçekleştiren yabancılar değil; bizzat Türkler. Kısmen de olsa tarihimize ilişkin doğrulara ulaşmak için Türkiye dışında neşredilmiş kitaplara başvurmak zorunda kalışımız bu sebeptendir. Neden gerçekleri çarpıtıyoruz? Çünkü toplumun nihaî selâmetini gözetmek yerine günü kurtarmaya çabalıyor, yetkili ve etkili zevatın ki bunlar ister görünen iktidarın, isterse görünürdeki muhalefetin bir unsuru olsun "fuzulî şağil" konumunda bulunduğunun ortaya çıkmasından korkuyoruz.
Kendimizi daha özgür hissettiğimiz günün aynı zamanda bir haysiyetsizlik karmaşasına kapıldığımız gün olacağı endişesi taşıyorum. Çünkü bugün algılanan biçimiyle özendiğimiz demokrasinin tırmanıp bakmaya heves edersek bize uzağı gösterecek yükseklikte omuzları yok.
13/11/1999
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder